Banner

MEVZUAT
AVUKATLIK HUKUKU
MAKALELER
HUKUK HABERLERİ
FAYDALI BİLGİLER
İÇTİHATLAR
DİLEKÇE-FORM
ADLİ REHBER
İNSAN HAKLARI
HUKUK SÖZLÜĞÜ
DAVA TÜRLERİ
HUKUKİ BELGELER
 
Reklam Alanı

Host - Sponsor





   SADEGÜL ÖZDEMİR/Türkiye Davası

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı


SADEGÜL ÖZDEMİR/Türkiye Davası*

Başvuru no: 61441/00
Strazburg
02 Ağustos 2005

OLAYLAR

Başvuran 1970 doğumlu olup, İzmit?te ikamet etmektedir.

Başvuran 5 Kasım 1992 tarihinde yaklaşık yedi aylık hamileyken İstanbul Emniyet Müdürlüğü?ne Terörle Mücadele Şubesine bağlı polisler tarafından yakalanarak göz altına alınmış, yasadışı örgüt TKP/ML-TİKKO (Türkiye Komünist Partisi / Marksist Leninist, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) üyesi olmakla suçlanmıştır.

Emniyet Müdürlüğü polisleri 14 Kasım 1992 tarihinde düzenledikleri soruşturma tutanağında başvuranın bu örgüte bağlı olduğunu ve örgüt bünyesinde eylemlere katıldığını kabul ettiğini ifade etmişlerdir. Başvuran özellikle, bir ekmek fabrikası soygununa karıştığını ve bunun için silah taşıdığını kabul etmiş, fakat silah kullandığını inkâr etmiştir.

Başvuran 17 Kasım 1992 tarihinde bir doktor tarafından muayene edilmiş, doktor raporuna göre hiçbir darp veya şiddet izine rastlanmamıştır.

Aynı gün Kocaeli Asliye Ceza Mahkemesi yetkili hakimi karşısına çıkarılan başvuran hakkında tutuklu yargılanma kararı verilmiştir.

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) yetkili hakimi, 17 Aralık 1992?de İstanbul DGM Cumhuriyet Savcısı?nın talebi üzerine, işlenen suçun niteliği, kanıtların durumu gerekçeleriyle başvuranın tutukluluk süresini uzatmıştır.

Cumhuriyet Savcısı, 10 Şubat 1993 tarihinde başvuranı ve diğer yedi kişiyi kasten adam öldürme, yasadışı silahlı bir örgüte yardım ve yataklık etme, güvenlik güçlerine karşı koyma ve anayasal düzeni değiştirme girişiminde bulunma suçları ile itham etmiş ve TCK?nın 168 § 2. ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu?nun 5. maddeleri uyarınca başvuranın mahkumiyetini talep etmiştir.

5 Nisan 1993 tarihinden 23 Eylül 1994 tarihine dek DGM on iki duruşma gerçekleştirmiş, bunlardan sekizinde yeni yapısıyla toplanmıştır. Mahkeme?nin yeni yapısına değin her değişiklikte duruşma tutanakları yeniden okunmuştur. Bu süreç boyunca dört kez Cumhuriyet Savcısı değişmiş, sanıklar, görgü tanıkları ve avukatları tekrar tekrar dinlenmiştir.

Başvuranın avukatı savunmasında müvekkilinin cezaevinde doğum yaptığını hatırlatmış ve hakkında yeterli delilin bulunmadığının altını çizerek tahliye edilmesi talebini yinelemiştir.


* Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe?ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
Devam eden bu süreçte DGM, aralarında başvuranın kimliğini de teşhis eden görgü tanıklarının çağrılmasını, Cumhuriyet Savcısı?ndan duruşmaya katılmayan bazı tanıkların adreslerinin belirlenmesini ve bu arada duruşma tutanaklarının okunmasını talep etmiştir. Mahkeme, 12 Ağustos?ta bu davanın diğer altı sanığın davası ile birleştirilmesine karar vermiştir.

Her duruşma sonunda, DGM işlenen suçun niteliği, kanıtların durumu ve tutukluluk tarihi ışığında sanıkların tutukluluk süresinin devamına karar vermiştir.

DGM, 31 Ekim 1994 tarihinden 26 Mayıs 1995 tarihine dek beş duruşma yapmış, bunlardan üçünde mahkemenin yeni yapısıyla toplanmış ve her değişiklikte duruşma tutanakları yeniden okunmuştur.

DGM, 7 Temmuz 1995 tarihinde yeni Cumhuriyet Savcısı başkanlığında toplanmış, Savcı olası bir haksızlığı önlemek bakımından başvuranın meşruten tahliye edilmesini talep etmiştir. Bu duruşma sonunda, Mahkeme- karşı oya rağmen- işlenen suçun niteliğini, kanıtların durumunu ve tutukluluk süresini dikkate alarak oyçokluğuyla başvuranın tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.

18 Ağustos 1995 tarihinden 8 Kasım 1996 tarihine kadar DGM, dokuz duruşma gerçekleştirmiş, bunlardan beşinde yeni yapısıyla toplanmış, üç kez Cumhuriyet Savcısı değişmiştir. Bu süre boyunca başvuranın avukatı müvekkilinin serbest bırakılması talebini bir çok defa yinelemiş, Mahkeme yukarıda belirtilen gerekçelerle başvuranın tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.

DGM, 27 Aralık 1996?dan 24 Nisan 2000 tarihine yirmi duruşma düzenlemiş, bunlardan on beş tanesinde yeni yapısıyla toplanmış, bu sürede tanık ve sanıkları, avukatlarını ve başvuranın avukatını dinlemiştir.

DGM, 26 Mayıs ve 28 Temmuz 1999 tarihlerinde davanın hüküm aşamasında olduğunu belirtmiştir.

Başvuranın avukatı, 17 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren protokolün cezaevlerinde savunma haklarına yönelik bir kısıtlamayı getirdiğine itiraz ederek sözlü savunma yapmayı reddetmiştir.

Bu duruşma sonunda DGM, başvuranı yasadışı bir örgüte mensup olma ve silahlı bir soyguna katılma suçlarından suçlu bulmuş ve başvuranı otuz iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmış, tutuklu yargılanma süresinin bu süreden düşürülmesine karar vermiştir.

15 Mayıs 2001 tarihinde alınan, 30 Mayıs 2001 tarihinde tefhim edilen kararla Yargıtay, İlk derece mahkemesi?nin başvuran ve on bir sanık hakkında vermiş olduğu kararını bozmuştur. Yargıtay kararı DGM?ye bildirilmiştir.

DGM, 20 Aralık 2000 tarihinde başvuranın meşruten tahliye edilmesine karar vermiştir.

Dava halen devam etmektedir.


HUKUK AÇISINDAN

I. AİHS?NİN 5 § 3. MADDESİ?NİN İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN

Başvuran tutukluluk süresinin aşırı uzun olmasından şikayetçi olmakta ve bu durumun AİHS?nin 5 § 3. maddesinde yer alan zamanaşımı ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmektedir.

Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır.

A. Kabuledilebilirliğe dair

AİHM, bu şikayetin AİHS?nin 35 § 3. maddesi uyarınca dayanaktan yoksun olmadığı tespitini yapmakta, ayrıca başvurunun kabuledilemez bulunması için hiçbir gerekçe olmadığını hatırlatmaktadır. Bu durumda başvurunun kabuledilmesi gerekmektedir.

B. Esas hakkında

Hükümet, işlenen suçun niteliği, çokluğu, ağırlığı ve kovuşturma yapılan kişiler dikkate alındığında başvuran hakkındaki tutukluk kararının gerekli olduğunu belirtmektedir. Karar, her türlü firarı, tekerrürü ve kanıtların yok edilmesi girişimlerini önleme amaçlıdır.

Hükümet, yetkili mercilerin büyük bir titizlikle davayı incelediklerini ifade etmekte, başvuranın kimi duruşmalara katılmayı reddederek ve duruşmaya sahte kimlikli bir tanığın katılmasında ısrarcı olması ile bu sürenin uzamasına katkıda bulunduğunu eklemektedir. Aynı şekilde başvuranın avukatı da savunmaya yönelik iddialarını sunmayı reddetmiştir.

Başvuran, Devlet Güvenlik Mahkemesi?nin her duruşmada hiçbir ayrıntıya girmeden ve kesin olmaksızın, «işlenen suçun niteliği», «kanıtların durumu» ve «tutukluluk süresi» gibi gerekçelere dayalı olarak tutukluluk halinin devamına karar verdiğini ve başka bir gerekçe belirtmeksizin bu süreyi aşırı derecede uzattığını ileri sürmektedir.

AİHM, AİHS?nin 5 § 3. maddesinin son kısmında öngörülen sürenin «tutuklunun ilk derece mercii tarafından esasa dayalı olarak itham edilmesi» olduğunu hatırlatmaktadır (Bkz. diğerleri arasında, Labita-İtalya kararı no: 26772/95, § 147, AİHM 2000-IV). Bu bağlamda AİHM, başvuranın tutukluluk süresinin 5 Kasım 1992 tarihinde başladığını ve Devlet Güvenlik Mahkemesi?nin 12 Haziran 2000 tarihinde vermiş olduğu kararla yaklaşık yedi yıl yedi ay sürdüğünü hatırlatmaktadır.

Mahkeme ayrıca, ilk olarak ulusal makamlara gözaltı süresinin makul süre sınırlarının aşılmamasını gözetmek düştüğünün altını çizmektedir. Bu amaçla, olayların bütününü incelemek ve masumiyet karinesi, bireysel haklara saygı ilkesine yönelik istisna uyarınca kamu menfaatini meşru kılan zorunluluğun varlığını bertaraf etmek ve alınan kararlarda serbest bırakılma taleplerini reddeden kararları dikkate almak gerekir. Özellikle mevcut kararlarda yer alan gerekçelere, ilgili tarafından yapılan başvurularda itilafa mahal vermeyen olaylara dayalı olarak AİHM, AİHS?nin 5 § 3 maddesine yönelik bir ihlalin olup olmadığını tespit etmek durumundadır (Bkz. Assenov ve diğerleri-Bulgaristan kararı, 28 Ekim 1998, 1998-VIII, § 154).

Bu bağlamda, bir suç işlediği gerekçesiyle tutuklanan kişiye yönelik makul şüphelerin devamlılığının sine qua non olmazsa olmaz koşulu tutukluluk kuralına uygunluktur, fakat kimi kez bu yeterli olmamaktadır; Mahkeme, hukuki mercilerin hürriyet hakkından yoksun bırakmaya dair diğer gerekçelerin meşruluğunu belirlemek durumundadır. Bu gerekçelerin «gerekli» ve «yeterli» olduğu takdirde, ulusal makamların yargı süreci boyunca yeterli ihtimamı gösterip göstermediklerinin ayrıca bilinmesi gerekmektedir (Bkz. diğerleri arasında, Mansur-Türkiye kararı, 8 Haziran 1995, seri A no: 319-B, § 52).

Bu çerçevede, Devlet Güvenlik Mahkemesi dava dosyasında yer alan unsurlar ışığında her duruşmada düzenli olarak «itham edilen suçun niteliği», «kanıtların durumu», «tutukluluk tarihi», «tutukluluk süresi», «dava dosyasının içeriği» ve sanıkların durumu gibi benzer ifadelerle başvuranın serbest bırakılma talebini reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. DGM, iki defa, davanın hüküm aşamasında olduğunu, bir defa verilen cezanın uygunluğunu ve iki defa da firar riskini vurgulamıştır.

AİHM, firar tehlikesinin yalnızca çarptırılan cezanın ciddiyetine indirgenemeyeceğini fakat tutukluluk halini doğrulayacak ilgili tamamlayıcı kanıtların bütününe göre değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır (Bkz. diğerleri arasında sözü edilen Mansur kararı, § 55).

Bununla birlikte AİHM, ulusal yargı makamlarının ? yargı süreci boyunca firar etme riski ile karşı karşıya olduklarını ? kendi yargılarına tabi sanıkların kaçma olasılığını, her defasında bu riskin mevcut olduğunu dile getirdiklerini belirtmektedir. Mahkeme, bu tehlikenin zamanla azalması gerektiğine (Bkz. Neumeister-Avusturya kararı, 27 Haziran 1968, seri:A no:8, s. 39, § 10) dikkat çekerek, ulusal hakimin esas dayanağında başvuranın kişisel durumuna dair özel koşulları, özellikle yakın bir zamanda doğum yapacağını gözönünde bulundurmadığına itibar etmektedir. Ulusal yargının tutuklu yargılama süresinin bu denli uzun olmasında ne tür risklerin bulunduğunu tutukluluk gerekçelerinde açıkça belirtmesi gerekmektedir (Bkz. diğerleri arasında, Letellier-Fransa kararı, 26 Haziran 1991, seri:A no: 207, s.319, § 43, ve Zannouti-Fransa, no: 42211/98, § 45, 31 Temmuz 2001).

AİHM «kanıtların durumu» ile ilgili olarak, sözkonusu yargı süreci boyunca Cumhuriyet Savcısı?nın olası bir haksızlığı önlemek açısından başvuranın meşruten tahliye edilmesi talebinde bulunduğunu gözlemlemektedir. Aynı şekilde, DGM bünyesinde bulunan bir hakim üç kez başvuranın tutukluluk haline itiraz etmiştir. Bu bağlamda, AİHM «delillerin durumu» ifadesi ile suça ilişkin ciddi göstergelerin olabileceğini hatırlatmaktadır. Genel olarak ilgili etkenler olmasına rağmen, mevcut davada bu durum tek başına şikayet konusu tutukluluk süresinin bu denli uzun olmasını haklı çıkarmamaktadır. (Bkz. özellikle sözü edilen Mansur kararı, § 57, ve Demirel-Türkiye kararı, no: 39324/98, § 61, 28 Ocak 2003).

AİHM son olarak, Hükümetin görüşlerinde belirttiği sanık sayısının fazlalığı, suçun her türlü tekerrürünü önleme ve soruşturma kapsamında tanıklar üzerinde baskı oluşturulabilecek sakıncalı her türlü gidişatı bertaraf etme gibi tespitlerin ulusal merciler tarafından dikkate alınmamış göründüğünü gözlemlemektedir (Bkz. sözü edilen Demirel kararı, § 61).

Sonuç itibariyle yargın seyrinin incelenmesi gerekmektedir.

Bu çerçevede AİHM, hakkında açılan davayı «özel ivedilik» ile inceleten tutuklu bir sanığın bu hakkının, hakimlerin görevlerini istenilen düzeyde ifa edebilmek için gösterdikleri gayrete zarar vermemesi gerektiğinin ayrımındadır (Bkz. Toth-Avusturya kararı, 12 Aralık 1991, seri:A no:224, § 77). Bununla birlikte, suç ortaklarının sayısının fazla olması, bahsekonu suçlar ve tanıkların dinlenmesi nedeniyle başvuran hakkında açılan dava kimi karışıklıkları içermektedir. Yine de bu süreçteki gecikme başvurana yüklenemez: başvuranın bazı duruşmalara katılmayışı Devlet Güvenlik Mahkemesi?nin toplanmasına engel teşkil etmemiş, başvuran ayrıca yargı süresi boyunca avukatı aracılığıyla temsil edilmiştir.

Ulusal yargının tutumu ile ilgili olarak AİHM, Devlet?e düşen yükümlülüğün makul süre zarfında yargı mercilerini bir araya getirmek olduğunu hatırlatmaktadır (Bkz. diğerleri arasında sözü edilen Mansur kararı, § 68). Sözkonusu süreç Devlet Güvenlik Mahkemesi?nin yapısındaki otuz değişikliğe damgasını vurmuş, her duruşma yeni yapıdan oluşan heyetin duruşma tutanaklarını yeniden okumasıyla sürmüştür. Bu süreç aynı zamanda Cumhuriyet Savcısı?nın on sekiz defa Savcılığa vekaleten atanmasına tanık olmuştur. Her defasında hakimlerin olduğu kadar savcıların da dava delillerini yeni baştan incelemeleri ile tekerrür eden bu değişikliklerin davanın seyrini yavaşlattığına hiç şüphe yoktur (Bkz. Yavuz-Türkiye kararı, no: 52661/99, § 60, 13 Kasım 2003, ve mutatis mutandis, sözü edilen Muller kararı, § 48). Bu durumda başvuranın tutukluluk hali makul süre zarfını aşmıştır.

Bu nedenle AİHS?nin 5 § 3. maddesi ihlal edilmiştir.

II. AİHS?NİN 41. MADDESİ?NİN UYGULANMASI

A. Tazminat

Başvuran, maddi 34.000.000.000 TL. yaklaşık 18.702 Euro ve uğradığı manevi zarar için 15.000.000.000 TL. yaklaşık 8.250 Euro talep etmektedir.

Hükümet bu miktarlara karşı çıkmaktadır.

AİHM, ihlal kararının tespiti ile öne sürülen maddi zarar arasında hiçbir illiyet bağı olmadığından bu talebi reddetmektedir. Buna karşılık, maruz kaldığı manevi zarar için başvurana 6.500 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır.

B. Masraf ve harcamalar

Başvuran AİHM nezdinde yapmış olduğu harcamalar için 400.000.000 TL. yaklaşık 2.200 Euro, AİHM önündeki temsil gideri için 6.000.000.000 TL. yaklaşık 3.300 Euro talep etmektedir. Başvuran bu yönde avukatlık giderine ilişkin dekontu ve avukatlık ücreti tarifesini sunmaktadır.

Hükümet bu miktarları aşırı olarak nitelendirmektedir.

Mahkemenin bu yöndeki yerleşik içtihadına göre bir başvuran yapmış olduğu masraf ve harcamaların gerçekliğini ve gerekliliğini makul olarak ortaya koyduğu ölçüde bu yönde bir tazminat elde edebilir. AİHM, mevcut durumda sunulan deliller ve sözü edilen kriterler ışığında Mahkeme önündeki süreç için başvurana toplam 2.000 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır.

C. Temerrüt Faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası?nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına 3 puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun kalan kısmının kabuledilebilir olduğuna ;

2. AİHS?nin 5 § 3. maddesinin ihlal edildiğine;

3. a) AİHS?nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.T.L.?ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin başvurana;

i. manevi tazminat olarak 6.500 (altı bin beş yüz) Euro ;
ii. masraf ve harcamalara ilişkin 2.000 (iki bin) Euro ödemesine;
iii. anılan miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına;

b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankasının o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına;

4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM?nin iç tüzüğünün 77 §§ 2. ve 3. maddelerine uygun olarak 2 Ağustos 2005 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.

 

SIK SORULANLAR
BİLGİ EDİNME
TÜKETİCİ KÖŞESİ
ÜCRETSİZ AVUKATLIK
HUKUK EĞİTİMİ
 
Üyelik işlemleri
 
K.Adı
Parola
            
      Şifremi Unuttum
      Üye Ol
Hukuk Arama Motoru
Hukuk Anketi
Reklam Alanı







Zirve100